26 Ağustos 2011

Lokum Mantı Evi, Bozburun

Bozburun ile ilgili yazılarımı daha sonra yazacağım ama boğazına düşkün biri olarak Tayland yazı serime bir es vererek, Lokum Mantı Evi'nden bahsetmek istiyorum. Bu satırları yazarken halen Bozburun'da olduğumdan ilk kez güncel bir yazı yazma imkanı da bulmuş oluyorum.

Marmaris'e yaklaşık 40 km. mesafedeki cennet tatil beldesi Bozburun'da zeytinyağlı yemek isterse canımız veya mantı yemek, Lokum Mantı Evi'ne gitmek en doğrusu olacaktır.
Bir defa mantıları günlük yapıyorlar. Bizzat gördüm, hamurundan içine kadar her şeyi restaurantı işleten ablalar yapıyorlar elbirliği ile. O nedenle hazır mantı gibi değil de anne mantısı gibi bir lezzet karşılıyor bizi.
Sonra ben ve eşim özellikle bamyalarını çok beğendik. Zeytinyağlı, ekşisi yerinde lezzetliydi bamyaları.

Ayrıca Arnavut ciğeri, köfte, yoğurtlu karışık kızartma, çorba çeşitleri, pilav ve diğer zeytinyağlılar da servis ediliyor işletmede. Karışık kızartmayı da yedim. Kızartma için beklediğimden daha hafifti.
Buz gibi bir içeceğe ihtiyaç duyduğumuzda sıcak yaz havalarında, Bozburun'da, yine Lokum Mantı Evi'ne gitmek doğru bir seçim olacaktır. Böylece kendimizi asitli, yapay içeceklerle serinletmek yerine el yapımı buz gibi zencefilli limonata bu işi rahatlıkla görecektir.

Ya da yemeğimizi yedikten sonra dondurmalı irmik helvası da tercih edilebilir.

Ben zeytinyağlı olarak ayrıca portakallı enginar da denedim. Ege damak tadını aynen yansıtıyordu. Lakin portakalın şekerli tadı kısmen kendini hissettiriyordu. Bu yemeğin de özelliği bu zaten. Zeytinyağlıları sadece tuzlu tatlarla özdeşleştirenler için bir uyarımız olsun.
Bu arada belirtmeliyim ki; her şey el emeği göz nuru ama belki de rekabetin gereği, fiyatlar fazlasıyla makul.

Bozburun meydanında oldukça merkezi bir konumda olan Lokum Mantı Evi ayrıca oldukça şirin bir şekilde de dekore edilmiş. Bu güzelliği çalışanların güler yüzlülüğü ile birleşince, oradan mutlu ayrılırken kendimce küçük bir jest yapayım onlara da hemen bu güzellikleri satırlara dökeyim istedim.



Bozburun'da tatil yaparken mutsuz olmak çok zor, mutlu olmak ise küçük şeylerle mümkün. İşte o küçük şeylerden biri de Lokum Mantı Evi'nde lezzetli dakikalar geçirmek.

Telefonu: 0 252 456 22 88

19 Ağustos 2011

İçtiklerime Devam... Şalgam.

Adana yazımda yer verebilirdim ama tercih etmiyorum. Çünkü gittiğimde o eski lezzetinde taneli şalgam satan dükkanlara rastlamadım. Sıcak havada muhafazası da zor. Bu nedenle kebapçılarda da hep kapalı şalgam satılıyordu. Fena değildi onlar.

Ben iki tane şalgamı seviyorum. Birincisi Fersan'ın şalgamı ikincisi Kaleağası'nın şalgamı. Herkes Doğanay diyor ama o bana hitap etmiyor. Fazla tuzlu geliyor her şeyden önce. Ayrıca katkı maddesi var onda. Zararlı mıdır bilemem ama ömrünü uzatmak için olsa gerek katkı maddesi koymuşlar. Kaleağası'nı net hatırlamıyorum ama Fersan'ın katkısız olduğuna eminim.

A bu arada bir de Adanus diye bir şalgam vardı. İstanbul'da askerdeyken içmiştim. O da çok çok güzeldi. Ama askerde alınan tatlar hep tartışmalıdır. Dünyadan soyutlanınca insan belki de özlediği her yiyecek içecek ona ayrıca tatlı geliyordur.

Son olarak, ben susarım, susuzluktan dilim damağıma yapışır ama yine de acılı şalgamdan vazgeçmem.

Loy Krathong Festivali ve Fil Üstünde Yolculuk

Loy Krathong festivali diye bir şeyden habersiz olarak gitmiştik aslında Tayland'a. Bizim için gerçekten harika ve unutulmaz bir gün oldu festival günü. Tam bir görsel şölendi. Her yıl Kasım ayının ortalarında yanlış hatırlamıyorsam 21'inde düzenleniyor bu festival. Festival için hazırlıklar günler öncesinden başlıyor. Hatta gösteri yapacaklar için aylar öncesinden desek yeridir. Loy mum veya ışık anlamına geliyor. Krathong ise muz ağacından kesilen bir parça ve mum bu parçanın üzerine yerleştiriliyor. Bu parça çiçeklerle süsleniyor. Görsellerde ne demek istediğim çok daha net olarak anlaşılacak. Festival gösteri yapacak olan grupların geçiş merasimi ile başlıyor.
Geçiş merasimi bandocularla sınırlı değil. Budizmin kutsal çiçeği olan onların deyimi ile lotus, bizim dilimizdeki anlamıyla nilüfer çiçeği veya diğer bir çok çiçek şeklinde süslenmiş arabalar üzerinde veya etrafında göstericiler de geçişte yer alıyorlar. Bazıları gittikleri okulu temsil ediyor, bazıları Phuket adasında bulunan otelleri.

Uzak doğu deyince zaten Ejder kültürünü görmezden gelemeyiz. Burada da kendisini belli etmiş. Bu göstericiler daha sonra kendilerine ayrılan yerlerine geçiyorlar. Phuket'te sahile paralel cadde üzerine bu topluluklar için stantlar hazırlanmıştı.
O küçük resimdeki teyzeli koro var ya, ne kadar kötü sestir o, kimi nasıl temsil ediyorsun sen, kültürel farklılık kulak zevkine de yansır mı, ilginç bir durumdu, uzaklaşmıştık. Sonrasında oldukça ilginç bir manzara ile karşılaştık. Bizden aşırılma olduğuna inanıyorum çekik gözlü karagöz ile hacivatın. Yok artık dedik. Buyurun hep beraber diyelim.
Yalnız perdenin solundaki kahraman da araklama. Ya Testere serisindeki palyaçonun gölgesi ya da Freddy'nin Kabusları'ndan fırlamış. Her neyse dedik ya bu görsel bir şölen, her yer çiçeklerle süslüydü.
Ejder ve nilüfer çiçeği (lotus) kültürü çiçek süslemelerine de yansımış. Yalnız şu çiçekleri, çiçekten, daldan, yapraktan çiçek yaratma sanatını görünce insan hayran olmaktan kendini alamıyor. Ne kadar çaba gerektiren, özen gerektiren işler çıkarmışlar. Bu arada bizim loy krathonglarımız da elimizde. O konuya birazdan geleceğim. Ama önce ateş balonlarından bahsetmem lazım. Bildiğimiz balon mantığında aslında. Hani şu "80 günde devrialem"de vardı ya. Yak aşağıdan ateşi balon genleşsin, uçsun gitsin. Aynı mantığı uygulamışlar burada. Ancak şeffafa yakın kağıtlar kullanarak. Gökyüzüne bakınca insan ışıl ışıl o görüntüden çok etkileniyordu. Hatta biz böyle bir olayın daha varlığından dahi haberdar değilken, otelden sahile doğru iniyorduk da gökyüzünde bunlardan 3 tane gördük. Yükselmişlerdi iyice. Ne olduklarını kestirememiştik. Bak Allah bak, anlam veremiyor insan. Ufo desen değil, ufo olsa bilirim ben. Her neyse sahile inerken sayıları arttı da ne olduğunu anladık. Akşam gökyüzü bunlarla kaplı oluyordu, görüntü almaya çalıştım ama ne kadar başarılı oldu bilemiyorum.
Bu görsel şölene biz de dahil olduk elbet. Önce kendimize Loy Krathong aradık. bir kaç tane örnek göstereyim.
İşte muz ağacının parçalarını böyle muhteşem şekilde süsleyip ortasına da mumu yerleştiriyorlar. Neden muz ağacı dersek, muz ağacı kolay kolay batmıyormuş, iyi yüzermiş. Loy Krathong festivalinde yöre halkı kötü şansı denize bıraktığına, arındığına inanıyor ve Loy Krathonglar okyanusa salınıveriyor. E bir yanda muz ağacı, bir yanda deniz çok sakin de olsa okyanus. En fazla 50 metre sonra deniz galip çıkıyor bu mücadeleden. Biz Loy Krathong'umuzu denize bırakıp kötü şansımızdan arınmadan önce okyanus böyle görünüyordu.
Sonra biz de mumumuzu bıraktık. İzledik ne zaman devrilecek diye. Baya da direndi ha.
Phuket adasında yaşadığımız bir diğer muhteşem deneyim fil üstünde kısa bir yolculuk yapmaktı. Başlangıçta karşıydık böyle bir şey yapmaya. Hayvanlara yapılan işkencenin bir parçası olacağımızı düşünüyorduk. Ama işte bir taksici beynimizi yedi bitirdi yolda. Yok abisi orada çalışıyormuş, yok şöyle ucuza gelirmiş yok böyle imiş. Bir de zaten İngilizce anlaşmak çok ama çok zor. Öldürdü bizi. Biz de tapınak gezecekken, yol üstünde fil durağına da uğradık. Allah'tan umduğumuz gibi kötü bir yer değildi. Hayvanlara bırakın işkence yapılmasını, kendileri hallerinden fazlasıyla memnundu. Zira istedikleri kadar ot yiyecekleri bir ortam var. Resimlerde birazdan göreceğiz, insanlar da onları sık sık besliyor. İstedikleri zaman yıkanıyorlar vs. hayvanların üstünde başında, ayağında yara falan yok. Ayakları bir yere kelepçeli beklemiyorlar. Açıkçası bu ortam içimize sindi. Hatta kişi başına gelir düzeyi çok düşük olan bu ülkenin insanlarına kendi ölçümüzde katkı koyduk diye memnun dahi olduk. Evet, işte bizim fil.
Eşim bir ara kaygılandı. Acaba hayvana yük oluyor muyuz, diye. E tabi hayvana yüktük, sonuçta üstündeyiz, yüküz, hayvan bizi yüklenmiş gidiyor ama ona ağır gelmiyoruz. Giderken bunların park ettiği yeri gördük. Sonra biraz daha gittik hayvan mola verdi, yol üstündeki yeşilliği çekmiş canı. Mecbur duracağız, koca hayvan laf yok. :)
Fili kafasına oturan kara kuru bir Taylandlı idare ediyordu. Adam, yol üstünden bir kaç tane sargı topladı. Bu sargılarla öyle muhteşem şeyler yaptı ki; şaşırdık kaldık ve maalesef bunları gelirken otelde unuttuk. Bir adet kuş ve bir adet çekirge yapmıştı adam. Yüzük şeklinde. Yarım saatlik turda adamın 5 dakikasını almadı bunları yapmak. Ben bir tam günde yapamam.
Yarım saat çabucak doldu ve yolun sonuna geldik. İşin en zevkli kısmı başlamıştı. Fili beslemek. Allah'ım ne güzel bir hayvan. Bu arada budizmde filin de ayrı bir önemi var. İnsanlar bu hayvanlara çok önem veriyorlar. Komik geliyor insana ama Buda'nın kulaklarının da fil kulağı gibi olduğu varsayılıyor. Neyse girmeyelim dini konulara, laik bir blog burası. Efendim neymiş tartışmayı uzatıyormuşum, daha devlet mi laik olur birey mi tartışması bitmeden bir de laik blog çıktı ortaya. :) Neyse fil besleme demiştik.
Bir sonraki yazıda biraz tapınak bakarız Phuket'te. Uzaktan Big Buddha'yı seyrederiz. Resimleri tararken karşımıza ne çıkarsa Phuket'e dair onları yazarız. Daha dünya harikası Phi Phi adası var. Sonra James Bond adası, Fil Dağı Turu, o civardaki müslüman köyü ziyaretimiz, Khai adaları, Bangkok var. Var oğlu var. Bu Tayland yazısı pek biteceğe benzemiyor. Ama ne de güzel oluyor hatırlamak.

10 Ağustos 2011

Bang Pae Şelalesi ve Phuket'te Bir Halk Pazarı

Bang Pae şelalesi Phuket içindeki küçük bir şelale. Yaklaşık 12 metre falan yüksekliğinde. Ancak yağmur ormanlarının içinde olması, bir gezi yolunun bulunması ve aynı arazi üzerinde Gibbon maymunlarının rehabilitasyon merkezinin de bulunması burayı bizim için cazip hale getirmeye yetti.

Dedik ya yürüme yolları var, bu yollar baya uzun ve engebeli imiş. Aslında şelalenin bulunduğu yer de gezi yollarının sonuncusuymuş. Adını yanlış hatırlamıyorsam gezi yolunun başlangıcı Ton Sai şelalesi imiş. Tersten de gitsek olur tabi. Biz de bunu tercih ettik, girdik Bang Pae şelalesi yürüme yollarına. Sık bambu ağaçları ile örülmüş, yer yer gökyüzünü dahi görmekte zorlandığımız bir ormanın içinde yol almaya başladık.

Az gittik uz gittik Bang Pae şelalesinin yanından geçtik, büyük şelaleye doğru yola koyulduk, derken yolculuğumuzu sonlandırmaya karar verdik. Dedik yeter. Karşımıza bir tabela çıktı. İşte burada.

Efendim neymiş, ormanda yürürken vahşi bir hayvanla karşılaşırsak veya sesini duyarsak sakin olacakmışız, onunla göz teması kurmayacakmışız, sessiz kalıp yolumuza devam edecekmişiz. Herhangi bir yaralanmadan kendimiz mesulmüşüz. Tamam, dedik, sağolun var olun, Allah razı olsun. Şelalenin küçüğü büyüğü olmaz, biz küçüğüne dönelim dedik ve döndük.

Yöre halkı piknikteydi, hava da nemli, şelale beni çağırıyordu adeta. Ben de kıramadım kendisini. Neyse ki; tedarikli gitmişim.

Suyu ıpılıktı ama. Öyle bizdeki şelaleler gibi girince karpuz gibi ikiye yarılmıyor insan. Yine de o nemli havada çok iyi geldi. Mesire yeri bir tepenin yamacı gibi olduğundan dönüş yolu üzerinde güzel manzaralar yakaladık.

Çıkışın hemen yanı başında Gibbon maymunlarının rehabilitasyon merkezi vardı. Bir hayvan neden rehabilite edilir ki? Neden olacak, uygar olduğunu sanan hayvanlar yüzünden. İnsanlar para kazanma uğruna bu hayvanları doğal yaşamlarından alıp evcilleştirmişler veya onlara zarar vermişler. Tamamen bağışlarla ayakta durmaya çalışan bu kuruluş da bu hayvanları alıyor, tedavi ediyor ve vahşi hayata geri bırakıyor. Gittiğimiz gün yetkililer yoktu, yoksa daha detaylı bilgi alabilirdik. Küçük bir ağaçlık alanda yaşayan bu hayvanları görüntülemek istemedik. Bu arada Phuket'te hayvanat bahçesi var. Orada yavru kaplanları kucağımıza alıp sevme imkanı veriyorlar. Tabi bunun için uyuşturuyorlar yavrucağızı. Hayvanlara türlü yöntemlerle şov yapmayı öğretmişler. periyodik saatlerle şovları var. Kaplanları sevmeyi çok isterdik ama bu zulmün bir parçası olmamak adına vazgeçtik gitmekten.

Bang Pae şelalesi çıkışında kente dönerken taksi şoförü bir halk pazarının yanında durdu. Biz de gezdik biraz. Satılan ürünler dışında bizdeki pazarlara benziyor.

Ancak dedik ya satılan ürünler açısından farklılıklar var diye. O farklılıkları göstereyim biraz. Yolunmuş kafası gözü, ayağı duran tavukgiller var örneğin. O sarı olanlar nasıl öyle sarı olmuş anlayamadım. Kendi rengi değildir herhalde. Ya da canlı kurbağalar var. Sıçramasın diye üstüne file örtülmüş. Devasa, lastik gibi mantarlar var. Her biri normal bir bamyanın 10 katı olan bamyalar var. Bizde o boyuta gelince bamya tohumluk diye ayrılır. Ama sanırım bunun türü farklı.


Bunlarla bitmiyor tabi. Örneğin et de satılıyor pazarda. Üstelik de çok hijyenik steril bir ortamda. Dedik bir gövde alalım Türkiye'ye götürürüz diye ama kısmet olmadı :)

Ayrıca buranın bir de kurutulmuş balık geleneği var. Bangkok'ta da görmüştük aynısını. Burnumuza ve gözümüze hiç hitap etmiyor, ama pişince normal balık tadını verir mi bilemem.

Tamam belki kurutulmuş balık bana hitap etmiyordu ama ya tazeleri. Düşündükçe ağzım sulanıyor hala. En iyi kalamarın kilosu 4,5 TL. Palamut olsa gerek kilosu 3,5 TL. O güzelim okyanus balıkları bedavaya satılıyor vallahi. Et konusunda şaka yaptım ama imkanım olsa koli koli alır getirirdim o balıklardan.

Bunun dışında rengarenk ve pasta jölesi ile renklendirilmiş tatlılar vardı pazarda. Ah çocuk olsam dedim kendi kendime. Biraz daha pis olsam ya da kaygısız olsam hepsinin bakardım elbet tadına. Tayland'a geldiğimin ilk günü olsaydı da bakardım tadlarına. Çünkü o zamana kadar farklı damak tadlarını denemekten henüz tiksinmeye başlamamış olurdum. Eminim bunlar güzel tatlılardı.

Pazarda çok tatlı bir müslüman kız çocuğu vardı. Kurabiye tarzı şeyler satıyordu. Dedik hem ondan bir şeyler alalım ona harçlık olsun hem de pazardan eli boş dönmeyelim. Hem müslümanların damak tadı da bizlerinkine benzer diye düşündük. Böyle şekerli mi desem, yağlı mı desem ağır bir tadı vardı kurabiyenin. Ama yenmez değildi.

O günün akşamında yılda bir kez kutlanan ve bizim Tayland'da olmamıza tesadüf eden Lui Krathon festivali vardı. Festival bundan sonraki yazımın konusu olacak. Fil üstünde gezi ile birlikte. Bu festival için her yer çiçeklerle süsleniyordu. Pazarda da buna yönelik hazırlıklar için satıcılar vardı. Ne güzel çiçeklerdi o maviler. Zaten aşığım maviye.

Bu arada tüm gün yanımızda taksici bir abi vardı. 20 TL karşılığında yaklaşık 5 saatini bize ayırdı. Biz şelaleye gittiğimizde 1,5-2 saat sonra döneriz dedik, adam da bizi bekledi. İnsan hayret ediyor. Türkiye'de olsa adam taksimetrede beklemeyi açar, dünyanın parasını geçirir, bir de nerde kaldınız diye fırçalar, belki üstüne döver seni. Ama Tayland bu açıdan ülkemiz taksicilerinden kat kat daha insanları barındırıyor bünyesinde. Hadi Tayland demeyeyim de Phuket diyeyim. Turizm açısından çok gelişmiş olmasına rağmen insanları henüz bozulmamış. Aynı manzara ile Bangkok'ta karşılaşacağınızın garantisi yok. Çok kral adamdı bizim taksici abi. Biz de onu kırmadık benzin kuponu alabilmesi için 3 tane mi 4 tane mi ne mağazaya alışveriş yapacakmış gibi girdik. 4 mağaza sonunda bir tane sabun aldık çıktık. Ama adam benzin kuponlarını kaptı. Allah kendisinden razı olsun. Yazımı kral taksici abimle bitiriyorum.