10 Ağustos 2011

Bang Pae Şelalesi ve Phuket'te Bir Halk Pazarı

Bang Pae şelalesi Phuket içindeki küçük bir şelale. Yaklaşık 12 metre falan yüksekliğinde. Ancak yağmur ormanlarının içinde olması, bir gezi yolunun bulunması ve aynı arazi üzerinde Gibbon maymunlarının rehabilitasyon merkezinin de bulunması burayı bizim için cazip hale getirmeye yetti.

Dedik ya yürüme yolları var, bu yollar baya uzun ve engebeli imiş. Aslında şelalenin bulunduğu yer de gezi yollarının sonuncusuymuş. Adını yanlış hatırlamıyorsam gezi yolunun başlangıcı Ton Sai şelalesi imiş. Tersten de gitsek olur tabi. Biz de bunu tercih ettik, girdik Bang Pae şelalesi yürüme yollarına. Sık bambu ağaçları ile örülmüş, yer yer gökyüzünü dahi görmekte zorlandığımız bir ormanın içinde yol almaya başladık.

Az gittik uz gittik Bang Pae şelalesinin yanından geçtik, büyük şelaleye doğru yola koyulduk, derken yolculuğumuzu sonlandırmaya karar verdik. Dedik yeter. Karşımıza bir tabela çıktı. İşte burada.

Efendim neymiş, ormanda yürürken vahşi bir hayvanla karşılaşırsak veya sesini duyarsak sakin olacakmışız, onunla göz teması kurmayacakmışız, sessiz kalıp yolumuza devam edecekmişiz. Herhangi bir yaralanmadan kendimiz mesulmüşüz. Tamam, dedik, sağolun var olun, Allah razı olsun. Şelalenin küçüğü büyüğü olmaz, biz küçüğüne dönelim dedik ve döndük.

Yöre halkı piknikteydi, hava da nemli, şelale beni çağırıyordu adeta. Ben de kıramadım kendisini. Neyse ki; tedarikli gitmişim.

Suyu ıpılıktı ama. Öyle bizdeki şelaleler gibi girince karpuz gibi ikiye yarılmıyor insan. Yine de o nemli havada çok iyi geldi. Mesire yeri bir tepenin yamacı gibi olduğundan dönüş yolu üzerinde güzel manzaralar yakaladık.

Çıkışın hemen yanı başında Gibbon maymunlarının rehabilitasyon merkezi vardı. Bir hayvan neden rehabilite edilir ki? Neden olacak, uygar olduğunu sanan hayvanlar yüzünden. İnsanlar para kazanma uğruna bu hayvanları doğal yaşamlarından alıp evcilleştirmişler veya onlara zarar vermişler. Tamamen bağışlarla ayakta durmaya çalışan bu kuruluş da bu hayvanları alıyor, tedavi ediyor ve vahşi hayata geri bırakıyor. Gittiğimiz gün yetkililer yoktu, yoksa daha detaylı bilgi alabilirdik. Küçük bir ağaçlık alanda yaşayan bu hayvanları görüntülemek istemedik. Bu arada Phuket'te hayvanat bahçesi var. Orada yavru kaplanları kucağımıza alıp sevme imkanı veriyorlar. Tabi bunun için uyuşturuyorlar yavrucağızı. Hayvanlara türlü yöntemlerle şov yapmayı öğretmişler. periyodik saatlerle şovları var. Kaplanları sevmeyi çok isterdik ama bu zulmün bir parçası olmamak adına vazgeçtik gitmekten.

Bang Pae şelalesi çıkışında kente dönerken taksi şoförü bir halk pazarının yanında durdu. Biz de gezdik biraz. Satılan ürünler dışında bizdeki pazarlara benziyor.

Ancak dedik ya satılan ürünler açısından farklılıklar var diye. O farklılıkları göstereyim biraz. Yolunmuş kafası gözü, ayağı duran tavukgiller var örneğin. O sarı olanlar nasıl öyle sarı olmuş anlayamadım. Kendi rengi değildir herhalde. Ya da canlı kurbağalar var. Sıçramasın diye üstüne file örtülmüş. Devasa, lastik gibi mantarlar var. Her biri normal bir bamyanın 10 katı olan bamyalar var. Bizde o boyuta gelince bamya tohumluk diye ayrılır. Ama sanırım bunun türü farklı.


Bunlarla bitmiyor tabi. Örneğin et de satılıyor pazarda. Üstelik de çok hijyenik steril bir ortamda. Dedik bir gövde alalım Türkiye'ye götürürüz diye ama kısmet olmadı :)

Ayrıca buranın bir de kurutulmuş balık geleneği var. Bangkok'ta da görmüştük aynısını. Burnumuza ve gözümüze hiç hitap etmiyor, ama pişince normal balık tadını verir mi bilemem.

Tamam belki kurutulmuş balık bana hitap etmiyordu ama ya tazeleri. Düşündükçe ağzım sulanıyor hala. En iyi kalamarın kilosu 4,5 TL. Palamut olsa gerek kilosu 3,5 TL. O güzelim okyanus balıkları bedavaya satılıyor vallahi. Et konusunda şaka yaptım ama imkanım olsa koli koli alır getirirdim o balıklardan.

Bunun dışında rengarenk ve pasta jölesi ile renklendirilmiş tatlılar vardı pazarda. Ah çocuk olsam dedim kendi kendime. Biraz daha pis olsam ya da kaygısız olsam hepsinin bakardım elbet tadına. Tayland'a geldiğimin ilk günü olsaydı da bakardım tadlarına. Çünkü o zamana kadar farklı damak tadlarını denemekten henüz tiksinmeye başlamamış olurdum. Eminim bunlar güzel tatlılardı.

Pazarda çok tatlı bir müslüman kız çocuğu vardı. Kurabiye tarzı şeyler satıyordu. Dedik hem ondan bir şeyler alalım ona harçlık olsun hem de pazardan eli boş dönmeyelim. Hem müslümanların damak tadı da bizlerinkine benzer diye düşündük. Böyle şekerli mi desem, yağlı mı desem ağır bir tadı vardı kurabiyenin. Ama yenmez değildi.

O günün akşamında yılda bir kez kutlanan ve bizim Tayland'da olmamıza tesadüf eden Lui Krathon festivali vardı. Festival bundan sonraki yazımın konusu olacak. Fil üstünde gezi ile birlikte. Bu festival için her yer çiçeklerle süsleniyordu. Pazarda da buna yönelik hazırlıklar için satıcılar vardı. Ne güzel çiçeklerdi o maviler. Zaten aşığım maviye.

Bu arada tüm gün yanımızda taksici bir abi vardı. 20 TL karşılığında yaklaşık 5 saatini bize ayırdı. Biz şelaleye gittiğimizde 1,5-2 saat sonra döneriz dedik, adam da bizi bekledi. İnsan hayret ediyor. Türkiye'de olsa adam taksimetrede beklemeyi açar, dünyanın parasını geçirir, bir de nerde kaldınız diye fırçalar, belki üstüne döver seni. Ama Tayland bu açıdan ülkemiz taksicilerinden kat kat daha insanları barındırıyor bünyesinde. Hadi Tayland demeyeyim de Phuket diyeyim. Turizm açısından çok gelişmiş olmasına rağmen insanları henüz bozulmamış. Aynı manzara ile Bangkok'ta karşılaşacağınızın garantisi yok. Çok kral adamdı bizim taksici abi. Biz de onu kırmadık benzin kuponu alabilmesi için 3 tane mi 4 tane mi ne mağazaya alışveriş yapacakmış gibi girdik. 4 mağaza sonunda bir tane sabun aldık çıktık. Ama adam benzin kuponlarını kaptı. Allah kendisinden razı olsun. Yazımı kral taksici abimle bitiriyorum.

Hiç yorum yok: