27 Şubat 2011

Urla ve Alaçatı

Bundan bir yıl önce yani 2010 yılının Şubat ayında İzmir'deydim. İzmir kendisine yakın tatil beldelerinin yanı sıra kendi güzelliği ile de çok çekici geliyor bana. Bir defa Akdeniz çocuğu olarak ben, denizin o insanın içine işleyen nemini, kışın ürperten veya okşayan, yazın fark ettirmeden kavuran rüzgarını gördüm mü, Ankara'yı aramaz oluyorum hemen. İşte böyle bir ruh haliyle bir araç kiralayıp, İzmir çevresini gezmeye koyulduk.

İlk durağımız Urla idi. Yarı yağmurlu, yarı soğuk ve tam anlamıyla turizmin ölü olduğu bir dönemde gittiğimizden Urla'nın çevresindeki adaları göremedik. Şirin bir limanı vardı kentin.

Özellikle devlet hastanesine giden yol ilginç ve güzeldi. Hastane bir adaya inşa edilmiş ve ada ile ana kara bir kara yolu ile birbirine eklemlenmiş. Allah kimseye vermesin ama hasta edecekse de böyle bir yerde yatmak ayrı bir motivasyon olurdu herhalde. Hastaneyi değil ama yolunu paylaşacağım.

Hastane yolundan çıktıktan sonra Alaçatı'ya gitmek üzereyken yol üstünde son derece bakımsız bir kazı alanı gördük. Limantepe kazı alanı. Limantepe Höyüğü'nün tarihi milattan önce 6. bin yıla kadar uzanıyormuş. Bu tarihi eserin Klazemonai isimli İon kentinin bir parçası olduğu ifade ediliyor. Yapılan kazılarda bulunan eserler İzmir ve Manisa müzelerinde sergileniyormuş.

Urla'dan iklime bağlı olarak umduğumuzu bulamayıp Alaçatı'ya doğru yola koyulduk. Alaçatı dalgalı ve sörfe uygun denizi ile meşhur. Ama biz iklim gereği bunlardan yararlanmaktan mahrumduk. Kaldı ki; hiç de sörf yapmamışım. Şimdi nasıl yapardım bilemiyorum. Ama Alaçatı'nın içi iklim falan dinlemiyordu kendisine hayran bırakmak için insanı. Dar ve kare taşlarla örülü sokakları beldeye bir büyü katıyordu. Alaçatı mübadele öncesi Rum vatandaşlarımızın yaşadığı bir yermiş. Ticaret Osmanlı döneminde ağırlıklı olarak azınlıkların elinde olduğundan, her bir azınlık kesiminin Türk halkından daha varlıklı olduğunu görüyoruz. İşte bu refah düzeyi azınlıkların yerleşim yerlerinin çok estetik ve sağlam olmalarını açıklıyor. Bu yorumdan sonra Alaçatı'nın güzelliklerini aktarayım.

Alaçatı'nın güzel sokaklarında gezmek acıktırıyor insanı. Gerçi söz konusu tatil olunca benim psikolojim daha da farklı oluyor. Ne yapsak da acıksam, kendimi farklı yemeklerin ortasında bulsam, diye düşünüp duruyorum. İşte bu hevesimi gittiğimiz güne denk gelen Alaçatı'nın halk pazarı doruğuna çıkardı. Sayısız yeşillikler, dünyanın meyvesi, efendime söyleyeyim taze taze balıklar, üstüne üstlük ucuz. Bir de Ankara'da yaşayınca insan, o yeşillikler daha bir cazip geliyor insana. Bir kısmına istisnaen rastlıyoruz, bir kısmını ilk kez görüyoruz. İşte bu manzara Ege'nin meşhur zeytinyağlı yemek ve salatalarını ayrı bir merak etmemi sağlıyor. Kendimi frenlemesem dünyanın şeyini alacağım ama nereye götüreceğim ki; hemen ardından Ankara'ya dönecek olsam neyse.
Madem pazarı Ankara'ya götürme imkanımız yok, o halde pazarın ürünlerini şöyle güzel bir lokantada tadalım istedik. Gerçi ben kendimi biliyorum. Pazarı Ankara'ya götürme imkanım olsa yine giderdim o restorana. Alaçatı sokaklarını gezerken gözüme ilişmişti Barbun Restaurant. Keşif bitince soluğu orada aldık. Menü son derece zengindi. Şuuru toparlamasak ya zafiyetten ya hesaptan kalkamazdık oradan. Her şeyden isteyesi geliyor insanın.

Orada klasik olarak bir Ege otları tabağı aldık. Enginar kalbi yedik. Biz enginarı, Ankara'da suyun içinde yüzen bardak altı gibi bir sebze olarak biliriz. Ama Ege'de bunu sadece bardak altı görünümlü bir sebze olarak değil yeşil yaprakları ile birlikte servis ediyorlar. Bu şekilde servis edilebilmesi için de fazla büyümemiş kartlaşmamış olması gerekiyor. Muhteşemdi tadı. Günün zirvesini ise Balık Kokoreç ile yaptık. Bu sefer malzemesi, bildik değil, balık etiydi. Harika bir baharat karışımı ile servis edildi ve normal kokoreç kadar muhteşem bir lezzete sahipti.

İzmir civarına ilişkin yazılarıma devam edeceğim.

5 Şubat 2011

İstanbul-Aydos Ormanı

Bugün hava çok güzel. İçimizi titreten buz gibi hafta içinden sonra hafta sonunda güneşin yeniden yüzünü göstermesi, karları daha doğrusu buzları eritmeye başlaması büyük şans. Biraz da sıkı giyinerek piknikçiler bu güneşli havayı iyi değerlendirebilirler. Ankara'da değil de İstanbul'da yaşıyor olsaydım bu hafta sonunda gitmeyi düşüneceğim mekanlardan birisi de mutlaka Kartal'daki Aydos Ormanı olurdu. Aydos Ormanı'na ben askerde iken çarşı iznimde eşimle birlikte gitmiştim. 2010 yılının Temmuz ayında gitmiştik gerçi ama şimdi de yani kışın da bu mesire yerinin aynı güzelliğini koruduğuna inanıyorum.
Yukarıdaki uydu görüntüsünden de anlaşıldığı üzere Samandıra-Kartal bağlantısı üzerinden Aydos Ormanı'na rahatlıkla gidilebiliyor. Yine haritadan da anlaşılacağı üzere etrafı taş yığını bu mesire alanının. Gitgide taşlaşan, yeşil alanı yakında yeşile boyalı binalarından ibaret kalacak olan İstanbul'un acınacak halini görebiliyoruz. Demem o ki; bu mesire yerlerini görebilenler aslında şanslı nesiller. Nitekim internetten bakıyorum Aydos Ormanı'na; birçok yerde istilalarla hızla küçüldüğü belirtiliyor.

6620 metrekarelik bir alanda yer alan Aydos Ormanı'nın içinde Devlet Su İşleri'nin oluşturduğu bir de yapay gölet var. Barajcılığa karşı olsam da bu göletin mesire yerine ayrı bir güzellik kattığını söylemeden edemeyeceğim. Zamanında Aydos Ormanı Osmanlı hanedanının avlanma alanı olarak kullanılırmış.

Aydos mesire alanına giderken bazı şeyleri düşünmekte fayda var. Gölet kenarı benim için önemli deniyorsa eğer portatif masa, kilim vs. almakta fayda var, zira burada böyle bir şey bulunmuyor. Yok gölet kenarı önemli değil, oralara yürümek için gidilir deniyorsa, girişten itibaren masalara ve hatta işletmelere rastlamak mümkün ama genelde masaların olduğu yerler ile gölet yürüme mesafesinde değil. Araba ile gitmek lazım. Biz ormanın içindeki toprak yollardan giderek gölet kenarını tercih ettik. Biz gönlümüzü kilim yapmışız, masa da nedir? Ama arabada bir portatif masa da bulundurmak her daim elzem. Yerimizi seçtikten sonra yemyeşil bir manzara bekliyordu bizi.
Gölet etrafında deniz bisikleti kiralamak da mümkün. Biz tercih etmedik ama edenlere şimdi resimlerden bakınca gıpta ediyorum.
Gölette bir sürü ördek vardı, kendi hallerinde takılıyorlardı. Ben böyle hayvanları kendi ortamlarında görünce acayip mutlu oluyorum. Ördekler de ayrıca sevimli hayvanlar. Beni mutlu etmek kolay, koy ördeği tamam.
Bu arada börtüden böcekten korkan gelmesin pikniğe, ne Aydos'a ne de başka bir piknik yerine uğrasın. Doğaya gidiyorsak bunları göreceğiz. Biz de gördük, tırsmadık ve resimledik.


Yürüyüşe çıkınca sadece hayvancıkları görmüyoruz etrafımızda. Dalından böğürtleni koparıp yemenin tadına varmamış ne kadar da çok insan vardır ülkemizde. En lezzetli zamanında böğürtlenlerin, biz oradaydık.
Piknik bahane. Mutlu olmayı bilmek önemli asıl. Doğa bize araçları sağlıyor, mühim olan o araçları kullanabilmek.

2 Şubat 2011

Bodrum Güvercinlik ve Kargı Koyu

Havalar buz gibiyken insan sıcakları özlüyor. Bu nedenle ülkemizin tatil beldelerinden Bodrum'u yazmak geldi içimden. 2009 yılının Eylül ayında Bodrum'daydık. Yeterlilik sınavından yeni çıkmışım. Üzerimden çok ama çok büyük bir yük kalkmış, her ama her haftamı yaşayarak geçirmek istiyorum artık. İşte böyle bir psikoloji taşırken giriverdim internete ve kendimi uçaktan yer ayırtırken buldum, bir haftasonu eğlencesi için Bodrumu'u adres olarak seçtik kendimize.

Bodrum genelde beyaz evleri ve gelişmiş turizmi ile bilinir. Biz ise taşları ve gelişmişliği değil doğayı seviyoruz öncelikle. Doğanın tadına varmadan emperyal turizm anlayışından istifade etmekten yana değiliz. İşte bu nedenle Bodrum'un görece az yapılaşmış bir beldesi olan Güvercinlik'i tercih ettik. Kaldığımız otelden hiç ama hiç memnun kalmadığımız için adını da vermeyeceğim. Blogumda sadece güzellikler olmasına özen gösteriyorum. Ancak çevrede beğendiğimiz iki mekan oldu. Club Aquarium ve İçkale Hotel. İçkale Hotel Güvercinlik'in merkezi olan İçkale'de. Daha iyi bir sahil için ise Club Aquarium tercih edilmeli. Bu arada belirteyim: Güvercinlik'te kumsal, taşlık vs. sahil yok, iskeleden giriliyor denize.

Resimlere ve sadede geleyim. Güvercinlik'e ulaştığımızda yemyeşil dağlar, sütliman ve temiz bir deniz karşıladı bizi. Hava bulutluydu ama bizi denize girmekten alıkoymak bir yana değişik bir cazibesi vardı.

Yüzerken yağmur bastırdı. O kadar güzeldi ki; yağmur altında denize girmek. Daha önceleri yıldırım çarpar diye korkardım. Ama geçti, o yağmur beni denizden çıkarmadığı gibi, güzel bir tatil anısına vesile oldu.

Deniz faslını bitirmemizi müteakip hava da açtı. Bize Güvercinlik sahili yolları görünüyordu. Hemen bir keşif turu attık. Pırıl pırıl deniz, içinde staj yapan minik binlerce balık, alalı bulalı bulutlar ve yeşillik, sessizlikle birleşince huzurla doluyor insan. Ancak Bodrum burası biz gittiğimizde sezonun sonuna yaklaşılıyordu. O sessizliği belki de sezon içinde otellerin bangır bangır müzik gürültüsü bozuyordur, garanti veremem.


Güvercinlik'in her yerinde rengarenk çiçeklerle karşılaşıyor insan.

Sahil turu haricinde Güvercinlik'e geldiysek eğer İçkale'ye de gitmeden, orayı da keşfetmeden olmazdı. Zaten nerden baksak 2 km. Güvercinlik sahili vardır, ters istikamette de 1 km. içinde İçkale'ye varılıyor. İçkale'de Balıkçı Hasan'ın yerine gittik. Alabildiğine yedim. Karides güveç yemek şart. Böyle sarımsaklı, tereyağlı güveç burnumda tütüyor. Balıklar bizi besledi, biz de onları besledik. İçkale'nin merkezinde bir tane balıkçı var. Kısa bir tatilse amaçlanan ve deniz balığı götürmek isteniyorsa eve o balıkçıya muhakkak fiyat sormadan balık alınmamalı. Kahvenin hemen yanında, zaten restaurant işletmeyen, sadece balıkçılık yapan tek yer orası.
Güvercinlik küçük bir yer olduğu için tamamlayıverdik ve Bodrum merkeze gittik. Merkezden Bodrum'un tüm koylarına dolmuşlar kalkıyor. Bir pansiyon bulduk, yerleştik ve kendimizi atıverdik dolmuşa. Adresimiz Camel Beach idi. Deve Plajı. Deve Plajı derseniz kimse bilmez. Anglosakson lügatta dile getirmek gerekiyor. Kargı Koyu deyince de götürürler ama. Denizi sığ ve berraktı. 75-100 metre gidiyoruz, boyumuzu geçmiyor. Birçok balık vardı, gözlüğümü takıp az takip etmedim. İncecik ve temiz kumu vardı. Hava da çok güzeldi. Yine sezon sonu olduğu için hafta sonu olmasına karşın tenhaydı plaj. Oldukça şanslıydık. Zaten konu tatil olunca hep şanslı oldum bugüne kadar. Allah bozmasın.
Bodrum'un içini anlatabilecek kadar gezmedik, çok hazzetmiyoruz da. Bu gezimizde tarihi mekanlara uzanmadığımız için Bodrum Kalesi vs. eksik kaldı. Bir gün tamamlanır elbet.