28 Ekim 2010

Yasak Şehir

Pekin'e ilişkin genel gözlemlerden sonra kısıtlı zamanımızda gezebildiğimiz yerleri anlatmaya geldi sıra. İlk durak Yasak Şehir. Son İmparator filminin çekildiği yer burası aynı zamanda.

Yasak Şehir Çin'in merkezinde Tiananmen Meydanı'nın yanıbaşında bulunmaktadır. Burası dünyanın ayakta kalan en büyük saraylarından biri olarak tanımlanmaktadır. Aslında oldukça büyük bir saray olmasına rağmen büyüklüğü içindekilerden ziyade çok geniş bir alana kurulmuş olmasından kaynaklanıyor. Wikipedia'da sarayın 720.000 metrekarelik bir alana kurulduğu yazıyor. Saraya "Yasak Şehir" denmesinin nedeni buraya imparatorun izin vermediği kimsenin girememesi. Ama sadece saraya da değil. Kademeli yasaklar söz konusu imiş burada. Yani bu sarayın merkezinde imparator bulunuyor ve dışa doğru yapılar ve avlularla çevrelene çevrelene saray büyüyor. Merkezin hemen dışındaki alana imparatorun en güvendikleri, bir dışına daha az güvendikleri kişiler yerleştiriliyormuş. Sanırım bu şekilde toplam 7 yapı var ama tam hatırlayamadım.

Çinliler Mao Zedong'a büyük saygı gösteriyorlar. Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurucu ve önderlerinden olan Mao için yazılabilecek çok şey var ama başka bir platformun ilgi alanına girer. Yasak Şehir'in girişinde Mao'nun (Çinliler Ma diyorlar-bence adamın karizması kalmıyor) büyük bir resmi var.
Sarayın yapımı yaklaşık 25 yıl sürmüş ve 1400'lü yılların başında tamamlanmış. Oldukça görkemli bir yapı olmakla birlikte yeterince bakım yapılmadığını gözlemlemiştik biz. Çin mimarisini yansıtan çatılarında boya dökülmeleri ve yıpranmışlık rahatça göze çarpıyordu. Bir diğer gözlemlediğimiz şey ise Çinlilerin de tarihi yerlerine çok ilgili olmalarıydı. Çok fazla Çinli turist vardı sarayı gezen.

İçeri girdiğimizde askerlerle karşılaştık. Sanırım içtima vardı. İçtimayı askerliğini yapanlar bilirler de bilmeyenler için askerlerin rutin bir töreni olduğunu söylemekle yetineyim.
Çin kültüründe önemli bir yeri olan ejder heykellerine rastladık bir çok yerde.
Ayrıca büyük bir tane de kabartmalı merdiven vardı. Taş oymacılığı ile ejderli yol yapmışlar. Etkileyici bir görüntü idi.
Sonra sarayın çeşitli yerlerinde dev kaselere rastladık. Bu dev kaselerde yemek pişirildiğini düşünerek ve acıktığımı da fark ederek resim çekilmiştim. Meğerse bunların içine su doldurulmuş olası bir yangına karşı.
Sarayın belli yerlerinde değişik müzik aletleri vardı. Hani bizim müzik kutuları vardır ya. Üstünde demir çıkıntılar olan (dikenli gibi) bir silindir, biz müzik kutusunu kurdukça döner ve metal bir çubuğa çarptıkça o dikenler titreşim çıkarır ve bu titreşimler ard arda gelince de müzik oluşur. Gözümüzde canlandırmak zor ama benzer mantıkla işleyen şatafatlı müzik aletleri gördük burada. Bir tanesini de resimledik.
Çok fazla ağaç türü vardı. Ama en dikkat çekeni ölü ağaçtı. Yani ben ölü ağaç diyorum. Nisan ayında bir tane yaprağı dahi olmayan, sadece ayakta duran, bir iskelet. Belki de canlıdır, çok kurcalamadım. Canlı değilse eğer, güzel mangal yakılır kendisiyle.
Küçük ayrıntılardan büyük görünüme doğru ilerliyorum. Binaların kolonları ve ön cephelerinde yoğun süslemeler dikkat çekiyor.
Sarayın geniş avluları var. Avlular ve saraydaki binaları gösteren fotoğraflarımız aşağıda.
Bir noktadan sonra gördüğümüz her şey aynı gelmeye başlıyor. Burada en büyük hatamız sarayı ve tarihini anlatan bir katalog edinmememiz olmuştu. Türkiye'den de Pekin'den de rahatlıkla bulabilirmişiz bunu. Aynı hataya diğer tatillerimizde düşmemeye özen gösterdik. Zaten böyle bir belge elimizde olsa idi, hem çok daha fazla resim çekerdik, hem de yapılar anlat anlat bitmezdi. Nitekim maps.google.com'dan uydu görüntüsüne baktığımızda da ne demek istediğim daha rahat anlaşılıyor.
Sarayın çıkış kapısı da büyük bir kule gibi. İşlemeleri ile dikkat çekiyor. Çıkınca ise etrafında büyük bir su kanalının olduğunu görüyoruz. Zamanında bu kanal sarayın savunulması için kazılmış. 6 metre derinliğindeymiş.
Bir sonraki yazımda ise Yazlık Saray'ı anlatacağım.

27 Ekim 2010

Çin'e Dair-Pekin'den-3 (Yeme İçme, devamı)

Başka bir gün Pekin'de bu kez yanyana bir sürü lokantanın bulunduğu ışıl ışıl levhaları olan bir caddede lokanta seçtik kendimize.Bu tip lokantalar Chaoyang'da West Road caddesinde yer alıyor.
Bu lokantada Japon tarzı pişirme söz konusu imiş. Zaten bu Japonlar'da bir Adanalılık var (?) diyordum, buldum. Ocakbaşı. Bildiğimiz ocakbaşı. Ama biraz Japon teknolojisi ile geliştirilmiş. Adamlar yapıyor (?!). Kızgın çelik saç üzerinde pişiyor her şey. Lokanta oda oda. Her odada bir ocak. Her ocağın başında bir usta ne istersen onu pişiriyor. Fiyatlar da makul. Dünyanın yemeğini yiyip 8 kişiye 300 TL ödemiştik.

Adam sacda ıstakoz yaptı, pilav pişirdi, balık yaptı, et kızarttı. Hepsi de oldukça lezzetliydi.
Üstüne bir de ateş şov yaptı.
Lokantanın alt katına indim bir ara. Orada açık büfe gibi bir yer vardı. Bir masa, üzerinde tabaklar ve tabakların üstü kapakla örtülü. Merak işte. Acaba ne servis ediyorlar dedim. Bir tabağı açtım, ayak, tavuk gibi bir şeyin ayağı. Bir diğerini açtım, kafa. Yine aynı şekilde. Gagası falan aynen duruyor. Tamam dedim, kapattım kapakları usulca. Bana müsaade deyip, çıktım ocakbaşıma.

Bir başka gün, gel dedi arkadaşım. Sana acayiplikler göstereyim biraz da. Biraz farklı yemekler tat diyor. Farklı yemek dediği şeyler de çok ama çok farklı. Adamlar canlı akrepleri dizmişler şişe, sergiliyorlar. Sen gidiyorsun, akrep şişte oynuyor. Sonra diyorsun bana 3 şiş akrep ver. Adam atıyor canlı akrebi kızgın yağa. Akıl almıyor yahu. Tabi resmi zor çektim.
Bir başka ilginçlik de aynı uygulamayı denizatı ile yapmaları. Tabi sudan çoktan çıkmış olduğu için denizatı ölü.
Orada ayrıca hindistancevizi de içtik. Böyle tezgahta satıyor adamlar hindistan cevizini. Sen diyorsun ben 2 tane alayım diye. Adam bildiğimiz tornavidayı alıyor, çekiçle çat diye vuruyor cevize, deliyor, koyuyor içine pipeti, alıp gidiyorsun. Kimbilir sonra adam o tornavida ile tamir işine devam ediyor. Kapasitem bunu içmeye yetti. Eşim sordu bana, tamam içelim de adam tornavida ile kırdı, temiz midir, tornavida diye. Temiz, temiz dedim. Adam onu sadece bu iş için kullanıp temizliyor dedim. Ne alakası var. Ama pişman olmadık. Güzeldi hindistan cevizi.
Arkadaşımızın düğünü (düğün ayrı bir veya iki yazı konusu olacak) geleneksel Çin kültürünü yansıtan bir restoranda yapıldı. Bu restoranda da mezeler tezgaha doldurulmuştu.
Daha sonra masa çok daha fazla doldu ve bu hale geldi.
Çok güzel yemekler de vardı. Ama bazı yemekler de vardı ki; şu Çin soslarını bulaştırmasalar işin içine çok güzel olacak. Balığı tatlı sosla yedik. Daha doğrusu tattık. Ama geyik eti muhteşemdi.
Çin'in geleneksel içkisi pirinç rakısı "baggio". Bayciyo diye okunuyormuş. Bu içki baya sert ve shot olarak yani fondip içiliyor. Sert ama içimi güzel bir içki. Bunu hem düğünde hem de arkadaşımın kayınbabasında tatma imkanı bulduk. (Cümleye bak, adamın göbeğinden içmişiz gibi bir anlam da çıkıyor. Misafirliğe gittik efenim.) Arkadaşımın kayınbabası öyle çok içen bir adam değil: Akşamdaaaaaaan, akşama. Adam kendince iddialı idi. Şerefe (gan bei) deyince fondip yapmak gerekiyor. Bir gan bei, iki gan bei, derken gan beyine gitmez oluyormuş. Adamı çarparmış bu içki. 4 defa fondip yaptırdı bize, bizde tık yok. Beşinci şerefeyi ben söyleyince adam bozuldu, ümidini kaybetti ve içkiyi kaldırdı, attığımız kahkahanın haddi hesabı yoktu.
İçkiden konu açılmışken, birçok bar, cafe bulmak mümkün Pekin'de. Biz West Gate of Worker's Stadium'da bir bara gitmiştik. Orada da normaldi fiyatlar. Eğlenceli bir gündü. En ilginci de tablolardı.
Anlatmaya değer bir diğer şey çaylar. Alabildiğine bitki çayı var Çin'de. Gül var, papatya var, yasemin var, kokulu adını bilmediğim bitkiler var. O'long mudur nedir, bir çay var, ünlüymüş. Hepsinden bolca aldık getirdik. Bir de şöyle bir şey var, bir çay kaşığı çay atın demliğe o yetiyor. Çaya ayrıca su eklenmiyor, sadece o bitki çayı kaynatılıyor ve içiliyor. Bizdeki çaylar daha 2-3 yıl yeter gibi. Tadları birbirinin aynı bence. Eşim farklı olduğunu söylüyor.

Marketlerinde değişik meyveler var. Türkiye'nin kalburüstü marketlerinde kilosu 80-90 TL'ye satılan bu meyveleri kilosu 1 TL'ye falan tatma imkanı yakaladık. Çok güzel meyveler vardı. Bir de turuncu bir meyve vardı. Merak ettim. Bir Demirsporlu'nun neyine turuncu. Berbattı. Yarım saat ağzımı çalkaladım da anca geçti tadı. Adını bilsem uyarırdım ama bilmiyorum. Dilim halindeydi, bal kabağına benziyordu.

Aklıma gelen son husus, köpek eti ile ilgili. Köpek eti yenilmesi aslında Çin için bile uç bir nokta imiş. Biz satan hiçbir restorana rastlamadık. Belli yerlerinde satılıyormuş.

Sıra gezdiğim yerleri anlatmaya geldi.

26 Ekim 2010

Çin'e Dair-Pekin'den-2 (Yeme İçme)

Özellikle bir uzakdoğu ülkesine gidileceği hususu dile getirildiği zaman herkeste aynı soru işareti uyanır: İyi de orada ne yiyeceksiniz? En azından Pekin'e giderken bu kaygı bizde de vardı. Ama bir önceki yazıda da belirttiğim gibi adım başı McDonalds ve Burger King bulunması aç kalacağımız yönündeki kaygılarımızı azaltmıştı. Gerçi ben çok da kaygılı değildim. Aksine meraklıydım. Her şeyi yiyebilme, en azından tadabilme kapasitesine sahip olarak düşündüğüm şahsımın acaba bir sınırı var mıydı? Varmış, benim de bir sınırım varmış.

Çin'e ayak bastık, otelimize yerleştik, dinlendik ve kahvaltı saati geldi. Otelin Amerikan tipi kahvaltı da sunması bizim için avantajdı. O nedenle pasta börek vs. bulabildik. Süt birkaç çeşitti. Yağlılık durumuna göre ayrılıyordu. En iyisi tam yağlı olanıydı ama onun dahi tadı oldukça kötüydü. Sanırım inek sütü değildi. Ya da orada inekler böyle süt veriyordu.

Doyma garantisini aldıktan sonra kendime acayip şeylerden oluşan bir kahvaltı menüsü de hazırladım. Bazı bitkiler var, kaynar suda haşlanıyor ve sulu bir şekilde bir kasede ikram ediliyor. Sonra aynı şekilde makarnamsı şeyler de var. Kaynar su ile sunuluyor. Hepsinden tattım. Birer kaşık. Çok güzeldi!!! Dedim bu güzelliği tüketmeyeyim ve kendi haline bıraktım. Yalnız aşağıdaki resmin resmin alt köşesinde bir hamur topu var. O da Çin'e özgüydü ama güzeldi. İçinde pişmiş kıyma vardı. Bilenler bilir Buhara mantısına benziyordu. Eline su dökemez ama tat açısından anca ona benzetebiliyorum. Ondan 4-5 tane yedim. Mantarlar güzeldi.
Yemek için arasıra Burger King ve McDonalds'tan yararlandık.Buralarda tavuk ürünlerini rahatlıkla yedik biz. Etten işkillendik, arkadaşım işkillenmenize gerek yok dese de işkil bu. Sağı solu belli olmuyor. Ben Türkiye'de öyle BigMac (böyle mi yazılıyor acaba) falan yemem. Burada yedim.

İsteyen için Müslüman restoranları da var Pekin'de. Örneğin aşağıdaki resim Wangfujing'te çekildi.
Çin'de yemekler masanın ortasına konuluyor. Orada bir döner tezgah var. Kendi önümüze de tabağımızı alıyoruz. Tezgahı çevirdikçe yemekler önümüze geliyor. Döndür Allah döndür. Özellikle belirtmezsek çatal-kaşık-bıçak getirilmiyor. Çubukla yemek durumunda kalınıyor. Tuz kullanılmıyor, özellikle istemek lazım. Oralarda hala kapalı mekanlarda sigara içiliyor. Sanırım sigara içmeyen biri olarak bizdeki bu yasağa çabucak alışmışım ki; yadırgamıştım orada sigara içilmesini.

Bu ön bilgiden sonra Pekin ördeği yemek için gittiğimiz restorandan alıntılar yapayım biraz. Ördekler kafası ayağı vs. neyi varsa (ama içi temizlenmiş olarak) aynen korunarak çengelle fırına asılıyor. Fırında yağlanıyor, nar gibi kızarıyor hayvancağız. Sonra bir tane garson bunu alıyor servis arabasına, getiriyor masanın yanına. Takıyor eldiveni başlıyor kesmeye. Ayağı, kafayı ayırıyor, löp et haline getiriyor ördeği ve dilimlere ayırıp tezgaha koyuyor.
Bu esnada masaya da tuzsuz, incecik lavaş ekmekler getiriliyor. Ördeği bu lavaş ekmeğin içine doldurup, haricen istediğimiz tuzu da elimizle (tuzluktan değil, söğüş usulü) atarak yiyoruz. Tadı gayet güzel. Biz ikinci ördeği de söylemiştik.

Şimdi Çin'deyiz ya. Dedik başlangıçta çubukla yiyelim. Yahu yemek soğuyor. Gözümün önünde o güzelim ördek soğuyor. Mundar olacak yemek. Bırakır mıyım? Çatal falan istemedim. Aldım çubuğun tekini. Bir kılıç hadi abartmayayım bir çöp şiş edasıyla saplayıverdim dürüme. Çubukla en güzel ördek yeme yöntemi, tavsiye olunur.
Devam edeceğim.

25 Ekim 2010

Çin'e Dair-Pekin'den-1 (Kent Yapısı)

2009 yılının Nisan ayında Pekin'e gitmiştik. Anlattığım herkes oldukça ilginç bulmakta haklılar zira Çin'e gitme amacımız bir düğüne iştirak etmekti. Çok sevdiğim bir kardeşim hayatında radikal bir karar alarak Çin'e yerleşmeye karar verdi ve akabinde de oradan bir gelin aldık. Kendisi de ta Çinlerden kalkıp bizim düğünümüze geldi sağolsun.

Bu farklı ziyaret hakkında anlatılacak çok fazla şey var. Tek bir yazıya sığması imkansız. Başlayalım.

Uzun uçak yolculuğumuz esnasında Himalayaları seyretmek çok güzeldi.
Çin'e indiğimizde ise geniş caddeler, pirinç tarlaları gibi büyük sulak alanlar gördük öncelikle. İçini gezmeye başladıkça devasa büyük ve şekilli binalar ile karşılaştık.
Yollarda çokça bisiklet kullanan da vardı. Elektrik hatları yer altına indirilmemişti, o nedenle kötü bir görünüm arz ediyordu. Burger King ve McDonalds'ın her yerde olması kimi zaman Çin yemeklerini yiyemediğimizde bize kurtarıcı oldu. Starbucks da oldukça yaygındı.
Çok fazla alışveriş merkezi vardı. Görmediğimiz markaların yanısıra Türkiye'de varsa da benim bilmediğim ünlü markalar Çin'de satış ofisleri kurmuştu. Örneğin BMW'nin ve Porsche'un giyim mağazalarını gördük. Bir t-shirt 400 TL idi BMW'de.
Alışveriş merkezlerinin önünde büyük alanlar vardı insanların oturup dinlenmesi veya yürümesi için.
Alışveriş merkezlerinin dışında bizdeki gibi bit pazarlarına da rastlamak mümkündü. Buralarda pazarlık usulü geçerli. Size malın ederinin en az 5 misli fiyat veriyorlar, başlıyorsunuz pazarlık etmeye. Sizin de çok düşük fiyat vermeniz gerekiyor ki; ortalama bir fiyatta buluşabilesiniz. Özellikle çok uygun fiyata kravat ve şal almanız mümkün. Ancak hangi Çinli'ye sorsak ürününün ipek olduğunu söylediyse de elbette değildi. İpek olmasa da hala kullandığım bir çok kravatı oradan üstelik de çok uygun fiyatlara (Türkiye'de 40-80 TL arasında satılanlar burada 10 TL'ye pazarlıkla alınabiliyor) satın aldım. Tezgahtar kıza da atkımızı takmıştım.
İnsanları çok sempatik. Güleryüzlü. Ancak çoğu kendisini göz yapısından dolayı çirkin buluyormuş. Ama hepsi kendi yaşlarından çok daha genç gösteriyorlar orası kesin. Yağsız ve tuzsuz yemenin sonucu olsa gerek.

Metro hattı Pekin'in her yanını kaplamıştı. 2008 yılında olimpiyatların da Pekin'de yapılması sonrasında İngilizce yönlendirme tabelalarının arttığını söyledi arkadaşım. Herhangi bir yere gitmekte hiç zorluk çekmedik. Anonslar önce Çince sonra İngilizce yapılıyordu.

Çin mimarisini görmek de çok mümkün değildi. Bu mimari tarzı artık tarihi eserlerde kalmış daha çok. İnsanlar (orta ve üst gelir düzeyinde olanlar) uzun bloklardan oluşan apartmanlarda oturuyorlar genellikle.
Keza iş merkezleri de büyük binalarda toplanmış.
Düşük gelirli insanların ise bizdeki gecekondu tarzında geleneksel Çin yerleşim birimi olan Hutonglarda yaşamlarını sürdürmeye çalıştıklarını gördük. Yaklaşık 700 yıllık bir mazisi varmış bu yerleşim birimlerinin. Olimpiyatlar başlamadan önce turistik mekanların çevresinde çok fazla hutong olması nedeni ve de bunların görüntü kirliliği yarattığı gerekçesi ile hükümet tarafından bir çok yerleşim birimi kaldırılmış. Bence restore edilse çok daha iyi olurdu.
Sokaklarda süslemeler gördük hep.Alışveriş merkezleri Pekin'in her yerinde. Hem alışveriş yapmak, hem de değişik yemekler tatmak, değişik mağazalar, lokantalar görmek isteyen için Pekin'deki adres bence Wangfujing. Biz Pekin'de metro hattı üzerinde olan Fu Cheng Men'de kaldık. Konaklama için merkezilik açısından bu muhiti önerebilirim. Kravat ve şal almak için Yong'anli metro durağında inip Silk Market'e gitmek en iyisi. Fazla silk (ipek) bulunmuyor o ayrı. Ama gerçek ipek için de fiyatlar Türkiye'dekinden çok farklı değil. Teknolojik ürünler açısından Pekin ucuz bir yer değil. Önceden ucuzmuş ama fiyatlar dünya seviyesine çıkmış diyor arkadaşım. Ucuz ürünler için Pekin yerine Hong Kong'u önerdi. Hutongları görmek isteyenler ise Tiananmen Meydanı yakınındaki Yazlık Saray'ın arka taraflarında aradıklarını bulabilirler. Sonraki yazım Pekin'de yeme içme üzerine olacak.