18 Haziran 2011

Eymir Gölü

Ankara'nın yanı başında bir gölcük Eymir Gölü. Gölbaşı'ndan Polisevi'ne veya TEDAŞ'a giden yola saparak da gidilebilir, Oran'dan TRT'nin hemen yan tarafındaki dar yoldan inilerek de... Şehirden fazla uzaklaşmadan fersah fersah uzaklaşmış olmayı hissetmek için ideal bir yer Eymir. Yalnız herkes arabası ile giremiyor Eymir Gölü ve etrafındaki tesislere. Bu kadar sade kalmasının sebebi de bu olsa gerek. Zira Gölbaşı'nda Mogan Gölü kenarına gidenler Eymir'i görünce insanoğlunun aslında ne kadar zararlı olduğunu Mogan Gölü'nün çevresi taşlaşmış yapısından anlayabiliyorlar. Sadece ODTÜ mezunları ve hakimler (hakim statüsünde olanlar dahil) arabası ile girebiliyor Eymir'e. Hemen dışında araba park edilebilecek yerler var. İsteyen herkes arabasını oraya park edip girebilir. Biraz yürümek gerek ama ortam güzel, yürümeye değer.

Gölün iki ayrı girişi var ve bu iki ayrı giriş birleşmiyor. Bir girişi Bağ Evi girişi. Burada sadece Bağ Evi var. Bağ Evi'nde hafta sonları üstelik o manzara, temiz hava ve ferahlık için ödemeyi beklediğimizden daha uygun bir fiyata ortalamanın üzerinde bir kahvaltı yapma imkanımız var. Tam bir şenlik havasında oluyor hafta sonlarında Bağ Evi. Çoluğuyla çocuğuyla gelenler mi dersiniz, ev hayvanlarını getirenler mi dersiniz. Çok güzel bir ortam. Kimisi de kahvaltıya yemeğe değil de spora geliyor Bağ Evi girişinden. Gölün çevresi takribi 10,5 km. Koşu için çok ideal. Ne egzoz dumanı var, ne araba gürültüsü. Kuş sesleri, göl, güzel bir esinti ve huzur.

Gölün diğer girişinde ise birçok tesis var. Bu tesislerin hizmet odaklı çalıştıklarını pek söyleyemeyeceğim. Ama etrafındaki çiçekler, gölün güzel manzarası ve kuşlar ördekler hizmeti bizim açımızdan da ikinci plana atabiliyor.
İşte bu nedenle bizler de açıkçası çok önemsemiyoruz hizmetteki aksamaları. Ancak berbat da değil hani. Biraz yavaş. Biraz eksiklikleri var o kadar. Serçeler o kadar evcilleşmiş ki; bir keresinde kendisine ekmek ufalayıp atarken baktım kaçmıyor, pantolonumun üstüne koydum bir parça. Geldi dizimin üstüne kondu, yedi ve gitti. Tavşanlar var sonra. Hepsi semirmiş vaziyetteler.

Bu arada biz arabaya katlanır sandalye aldık. Yakında küçük de bir masa alacağız. Sonra piknik aletleri ve birayı buz gibi tutacak bir de termos aldık mı, değmeyin Eymir Gölü'ndeki keyfimize. Biraz yemek yedikten sonra göl çevresinde yürüyüş yapmak çok keyif verici oluyor. Ankara'nın taş yığınının ardından gölün harika manzarası bize şehri terk ettiğimizi hissettiriyor.

Her mevsimde ayrı bir güzelliği var Eymir'in. Kışın bembeyaz bir örtü kapladığında çimlerin üstünü ve çıplak kaldığında ağaçlar, suyun sığ kısımlarının buz tuttuğunu izliyorsunuz., verdiğiniz her nefes beyaz bir duman gibi çıkarken ve sadece içinizi değil tuttuğunuz elinizi de ısıtırken içtiğiniz çay. İşte o soğukta biraz yürüdükten sonra ve artık kafamızdaki bere dahi kar etmezken hemen bir tesise atıyoruz kendimizi ve sıcacık bir sahlep ısıtıyor içimizi.

Hele baharlarda. Çiçekler açmaya başladığında tesisler bahçe düzenlemelerini yapmış oluyorlar. Rengarenk ama kokulu ama kokusuz güller. Doğanın lütfu kır çiçekleri. Mis gibi kokan iğde ağaçları, yaseminler. Yavru ördekler. Artık görmeyi unuttuğumuz kelebekler. Hafif ürperten bir rüzgar, hafif yakan bir güneş. Bir sıcağı arzularken bir serini arzulamak. Sonra birden bastırıveren yağmur. Benek benek, halka halka olmuş gölün yüzeyi. Yağmurun şiddetine göre ya umursamayıp el ele gezen çiftler ya da tesislere sığınıp güzelliği seyreden şanslı insanlar. Çok daha önemlisi toprak kokusu. Ne güzel bir şey Allah'ım.

Havalar ısınıp da yaz gelince yine mi Eymir, evet yahu yine Eymir. Karasal iklim Ankara. Bir acayip sıcağı var. Kavurur adamı. Nemsiz, kuru. Rüzgarsız. Şehir içinde bir gölge apartman dibi ararken Eymir'de ağaçlar verir bize o huzuru. Bu kez elimizde sıcacık bir çay değil, buzzz gibi bir bira vardır. Göl yine önümüzde, ağaçlar arkamızda. Mutluluk mu, mutluluk hep Eymir'de...

Hiç yorum yok: