Amsterdam'da bulunduğumuz dönemde güneş saat 08.30'da doğuyordu. Sabah namazı için oldukça güzel bir vakit. 5'te 6'da kalkmak yerine 2 saat daha uyuyor buradaki müslümanlar. :)
Kentteki tüm taksiler Mercedes idi. Gelir düzeyini açıklamak açısından güzel bir nokta.
Şehir dümdüz. Belki de o nedenle bisiklet kullanımı çok yaygın. Ama söylendiği kadarıyla hafta içleri kentte ciddi bir trafik sorunu oluyormuş. Amsterdamlılar hafta sonları ise genelde araçlarına veda edip bisiklet kullanma alışkanlığı taşıyorlarmış.
Sadece yemeklerine baksak, kişileri görmemiş olsak diyeceğiz ki; buralarda obezite yaygın bir problem. Yemekler yağlı, sağlıksız veya fast food tarzında. Ama insanları obez değiller. Hatta manken gibiler maşallah. Allah sevdiklerine bağışlasın. :) Muhtemelen spor ve bisiklet kültürü ile yakından ilişkili dış görünümleri.
Özgürlükler ülkesi namını sınırlı dozda uyuşturucu kullanılması, hem cinslerin evlenebilmesi gibi hususların yanı sıra cinsel özgürlüklerin de geniş tutulmasından alıyor. Cinsel özgürlük kavramına cinselliğin metalaştırıldığı girişimlere tanınan serbestlik de giriyor. Aşağıdaki resimde devletin elektrik direğine yasal yollardan asılan cinsel temalı bir pano görüyoruz. Red Light Street yaşayan bir seksüel merkez. Cinsel istek tatmini olmasa da sadece meraktan görmeye giden binlerce kadınlı erkekli turist dahil oldukça kalabalık bir topluluğu ağırlıyor her gün. Buralarda hayat kadınlarının yanı sıra, cinsel tiyatrolara, striptiz barlarına, erotik ürünler satan dükkanlara da rastlanıyor. Kadının metalaştırılmasına karşıyım. Ancak kent bu olguyu öylesine benimsemiş ki; -tarihin en eski mesleklerinden olduğu için olsa gerek- kenti tanıtan turların neredeyse tamamı güzergahlarına bu caddeyi de alıyorlar.
Kent hareketli bir kent lakin birçok alışveriş mağazası saat en geç 8 dedin mi kapanıyor. Albert Heijn isimli marketleri var. Aradığınız her türlü peyniri ve ıvır zıvırı bulabiliyorsunuz. Biz de oradan alabildiğine peynir almıştık. Kimileri güzel kimileri hakikaten kötüydü. Aradan 1 yılın üstünde geçti. Halen yiyoruz. +48 yazan peynirler güzelmiş. Son peynirimizde de öyle yazıyordu. Bu işaretin anlamını şöyle. %48 ve üstü yağ oranı var peynirin. Maşallah maşallah. Ancak bu yağ denen gıda, her ne kadar zararlı da olsa, neyin içine girse bir güzelleştiriyor, bir lezzetlendiriyor. Amsterdam'dan sevenler ayrıca Balsamik Sirke de alabilirler. Zira Türkiye'nin 1/4'ü fiyatına satılıyor.
Şimdi videoları falan izleyince daha da emin oldum. Hakikaten 3 gün yetmemiş küçücük Amsterdam'a. Çok sınırlı gezmiş, çok sınırlı fotoğraflar çekmiş, çok az müze ziyaret etmişiz. Bir günlüğüne gidilecekse bu kente mutlaka bir tramvaya binilmeli ve kent baştan sona bir gezilmeli. Muhakkak Dam Meydanı'na gidilmeli. Singel üzerindeydi sanırım. Oradaki lale dükkanlarına mutlaka uğranmalı.
Lale dükkanı deyince. Bu buzul kenti lalenin anavatanı olamaz elbet. Biz lalenin menşeinin ülkemiz olduğunu iddia ediyoruz ama profesyonel değiliz işte. Adamlar öyle bir benimsetme politikası izleyip, bunu pazarlamaya öyle bir çevirmişler ki; Türkiye'den gitmeyen herkes lalenin anavatanına Hollanda der kesinlikle.
Kenti daha yakından görmek için bir kanal turu da mutlaka yapılmalı. Çok güzel görüntülerle karşılaşıyor insan. Amsterdam kendine özgü mimarisiyle beğeni oluşturuyor. Doğasıyla değil örneğin. İstanbul'u İstanbul yapan Boğaz'dır bence öncelikle. Sonra tarihi eserleri zenginlik katar o şehre. İstanbul'da boğaz olmasa büyük olasılıkla kimse mimarisi için gitmezdi bu kente. İşte Amsterdam bu açıdan farklılık arz ediyor. El yapımı kanalları ve işte burası Hollanda dedirten mimarisi ile turistleri çekiyor kendine. Resimler, yaptığımız kanal turundan çekildi.
Güzel şehirdi Amsterdam. Üşüdük ama değdi o görselliğe ve kültüre. Güzel bir yılbaşıydı. Güzel bir tatilcikti.
Bir daha gitmemiz lazım bu kente ki; gerçekten gitmişiz diyelim. Bir sonraki yazımda ülkemden alıntılar yapacağım. Neresi ben de bilmiyorum, bekleyen çok yazım var sırada.