12 Ekim 2010

Fethiye, Pastoral Vadi

Stresli bir işim var, fazla izin kullanamıyorum veya kullandığımda da çok düzenli olmuyor bu izinler. O nedenle de stresten ne kadar hızlı kurtulup, tatilde olduğumu ne kadar yoğun hissedersem o kadar rahatlıyorum.

İşte yine böyle bir dönemde (Ağustos 2008) tatil planını yapar yapmaz gecenin bir yarısında yola koyulduk. Gece yolculuk yapmayı çok tercih etmem ama zaman altın değerinde. Bir an önce farklı diyarlara atmalıyım kendimi diye düşündüm. Bu nedenle de uzun bir gece yolculuğunun yaratacağı yorgunluğu da kattık tatil planlarına. Sabahın ilk ışıkları ile Fethiye'deydik. Fethiye başlı başına bir yazı konusu olsa da orayı şu ana kadar arzu ettiğim ölçüde değerlendirememenin eksikliğini hissediyorum. Ama Fethiye'ye de değineceğim başka bir tatil yazısı da girmeyi planlıyorum.

Her neyse, ilk tatil durağımda tek amaç üzerimdeki yol yorgunluğunu atmaktı ve bunun için çok doğru bir adres belirlemiştik. Pastoral Vadi.

Gerçi bu resim daha çok Demirspor'umun reklamı gibi oldu ama madem gittiğim her yere onu da götürüyorum yanımda, illa ki çıkacak bir karede.

Pastoral Vadi, kendi deyimleriyle bir ekolojik yaşam çiftliği. Her şey doğal. Süt inekten sağılıyor, sebze bahçede yetiştiriliyor, meyve ağaçtan toplanıyor, et yemeği yenilecekse köyden et tedarik ediliyor, bal, tereyağı köylüden alınıyor, çilek reçeli yetiştirdikleri reçelden yapılıyor vs. Pastoral Vadi, adından da belli olduğu üzere bir vadide inşa edilmiş. Yani her yer yemyeşil, iki yanınız yamaç. Aradığım sessizliği burada bulacağımı umuyordum, yanılmamışım.

Arabadan indik, güzel ve doğal bir kahvaltı ile güne başladık. O resimde görünen bir bardak süt var ya (aslında ikinci bardak o) üstünden iki seneden fazla geçti hala tadını unutamıyorum. Bir rahatlatmıştı beni, bir haz almıştım ki; işte 2 sene sonra yazıyorum. Siz düşünün gerisini.

Tabi iki bardak sıcacık sütü, tereyağlı yumurtayı, kızarmış sıcak ekmeği, o yol yorgunluğunun üzerine yerseniz ağırlık çöker adama. Nitekim bana çöktü, ben de çöktüm ve yaklaşık bir 4 saat kestirdim. Bunu neden anlatıyorum, zira uykum da çok keyifliydi. Kuş sesleri, yaprak hışırtıları ve akmakta olan derenin şırıltısı. Ninni gibi geldi inanın. Bu sesleri "relaxation sounds" adı altında terapide kullanıyorlar.

Böyle aslan gibi, çakı gibi uyandım. Dinçtim ama uyuşukluk da vardı üzerimde. Hava da nemli ve sıcak. Bir ferahlama arıyor insan. Arayan mevlasını da bulurmuş, belasını da. Dedim ya dere şırıltısı var diye. İşte o derenin suyunun bir kısmını alıyorlar, tahta borularla bir havuzcuğa dolduruyorlar ve siz de kendinizi o havuzcuğa bırakıyorsunuz. Öyle vay efendim önce ayak parmağım girsin, sonra Banu Alkan girişi yapayım, yani bir girip bir çıkayım derseniz olmaz. Cumburlop girivereceksiniz buz gibi suya. Giriverdim, önce hemen bir çıkıverdim. Sonra tekrar giriverdim, sonra alıştım, sonrası muhteşem. Kendime geldim.
Otelde akşam yemeği dahil olarak kaldık ama son derece cana yakın olan işletmecileri müşterinin kendisini rahat hissetmesini istiyor olacak ki; isteyen dışarıdan hangi içkiyi hangi yemeği alırsa alsın, biz dolabımızda saklarız, diyorlar. Kasmıyorsunuz yani kendinizi. İki gram huzurumuz var onu da turizm kuralları ile şekillendirip kaçırmaya gerek yok demişler, çok da iyi etmişler.

Ola ki; biri bu blogu okudu da bu işletmeye gitmeye karar verdi, fener bulundurun yanınızda mutlaka. Her şey doğal olduğu için elektrik de fazla kullanılmıyor. Odalara giderken (odalarda elektrik var.) bahçenin tek aydınlatması güneş enerjisi ile çalışan ampuller. Onlar da çok zayıf bir aydınlık verdiğinden pek de işe yaramıyor. Sadece yolun ne tarafa gittiğini anlıyorsunuz. Alın bir fener yanınıza, önüme taş mı çıkar, dala takılıp düşer miyim, ayak başparmağımı vurur muyum bir yere, kafamı ağaca çarpar mıyım gibi kaygılarınız olmasın.

Odalar geceleri görünmese de gündüzleri böyle görünüyor.

Stresi sadece havuzda yüzüp, doğal beslenip, güzel uyuyup, sessizlikte atmıyorsunuz orada. Ne yapsam ne yapsam derken hamakta sallansam diyorsunuz, ağaca kurulmuş salıncakta sallanabiliyor, dalından meyve koparabiliyor, sevimli köpekleriyle oynayıp, atlarını besleyebiliyor, ağaç evlere çıkıp bir şeyler içip tavla atabiliyorsunuz. Bizim hanım nedense ne zaman biz tatildeyiz, o zaman beni tavlada yeniyor, o nedenle tatilde yenilecekseniz eğer, tavla oynamayınız, zira attığınız stres bumerang etkisi ile geri dönüyor. Bitirmeden önce işletme çalışanlarının yaptığı küçük bir jesti de anlatayım. Hint incirini çok severim ben. Hint inciri dediğimiz şey kaktüsün meyvesi. Akdeniz'de Ege'de her yerde başıboş yetişen kaktüslerde bulabilirsiniz. Konu nasıl açıldı, nerden açıldı bilmiyorum ama sevdiğimi işletmecilere söylemiştim. Onlar da bana daha bir gün önce kahvaltıda ikram edildiğini söyleyerek üzüntülerini iletmişlerdi. Ancak ertesi sabah bu konuşma üzerine toplayıp hazırlamışlardı. Toplaması zahmetlidir. Elinize göremeyeceğiniz dikenler batar. Dikkatli olmak gerekir. Ayıklarken de aynı özeni ister. Bu küçük mutluluk da bu tatil durağının güzel anları olarak hafızama kazındı. İnciri denemediyseniz deneyin. Çok da faydalıdır.

Pastoral Vadi'yi bir konaklama mekanı olarak değil de bir tatil mekanı olarak, bir gezi durağı olarak değerlendiriyorum. Başlı başına bir yazı konusu oluşturmaya değer bence. Ulaşmak oldukça kolay. www.pastoralvadi.com

1 yorum:

Ozcan KASLI dedi ki...

Kardeşim Evliya Çelebi gibisin. Bunları seyahatname gibi bir kitapta topla bari. Boyle blog sayfalarinda kaybolup gitmesin ileride. Bayramdan sonra da tanitanacagin epey yer olacak sanirim :-)