7 Eylül 2013

Frankfurt am Main - İlk Kareler

Denetim için bulunduğum Frankfurt'tan yazıyorum bu yazıyı. Yoğun bir denetim süreci içerisinde gezip görmeye fırsat yaratmak amacım.
 
Almanya'ya yıllar yıllar önce sanırım 2000 yılında gitmiştim Berlin'e. Aklımda pek bir şey kaldığını söyleyemeyeceğim.
 
Burada ilk gözlemlerin yine müthiş bir Alman disiplini ve düzeni üzerine oldu. Gördüm ki; hayatlarında koşturmaca yok. Çünkü her şey planlı programlı. Koşturmamak için örneğin, koca şehri metro ağı ile örmüşler. Şehir aslında kocaman değil ama yeşile ve doğaya önem verdikleri için yaymışlar şehri. Birçok yerde ormanları var. Doğa ile barışıklar. Rant gözü ile bakmıyorlar dünyaya. Gelişmiş ülke ile gelişmekte olan ülkelerin önemli bir farkı olsa gerek bu.
 
Yol bomboş iken otokontrolleri var, yayalar için yeşil yanmadıkça geçmiyorlar örneğin. İşgücü değerli ve pahalı. Kimse işçileri akşam 10'a kadar alış veriş merkezlerinde tutamıyor. Saat 8 deyince kapanıyor marketler ve alışveriş merkezleri. Pazar günleri hayat ölü. Çünkü insanlar köle gibi çalıştırılamıyorlar. Bir pazarımız var, diyebiliyorlar.
 
İlginç bir şey, dünya nakit parayı hayatından çıkarma yolunda ilerlerken Almanya'da kredi kartı bile doğru dürüst kullanılmıyor. Denetimine gittiğim bankacılar her yerde nakit kullanıldığını, yeni yeni banka kartı ile alış verişin kabul edildiğini, kredi kartının ise tek tük olduğunu söylediler. Taksit zaten yok. Tasarruf eğilimi yüksek bir ülke olan Almanya'da insanlar, cebimde varsa harcarım, yoksa harcamam mantığını oturtmuşlar.
 
Biraz iktisadi olacak ama tasarruf yatırım eşitliği ekonominin temel kurallarındandır. İşte yüksek tasarruf yüksek yatırıma yüksek yatırım da yüksek ihracata yol açmış Almanya'da. Dünyanın Çin'den sonra en büyük ihracatçısı. ABD'den daha fazla ihracat yapıyor. Üstelik 80 milyonluk nüfusu ile 250-300 milyon nüfusu olan ABD'ye karşı bu başarı.
 
Yaklaşık olarak 6 gündür buradayım. İlk 2 günümde sağolsun Sezcan kardeşim eşlik etti bana. Şehir içi için bir haftalık sınırsız ulaşım kartı aldım ve tüm işimi fazlası ile görüyor. Takriben 20 EUR'nun biraz üzerinde ödedim. Sezcan'ın ilk gün sürprizi Hooters isimli bardı. Hooters'da gerçekten güzel kızlar oldukça seksi kıyafetlerle hizmet sunuyorlar. Ancak bir seks barı değil burası. Daha ziyade görsellik var desem yeridir. Zaten bir süre baktıktan sonra gözünüz alışıyor ve normal muhabbetinize dönüyorsunuz. Aslında bir Amerikan restaurantı olan Hooters'da resim çekmedim ama internet sitesinden paylaşayım bir resim.
Şehir spora düşkün. Eintracht Frankfurt'un biletleri yok satıyor. Biletler yetmiyor maç saatlerinde barlar da dolup taşıyor. Ne kadar iyi taraftarımız olsa da ne bu sahiplenme düzeyine ulaşabildik ve tabi ne de bu gelir düzeyine.
 
Hooters'dan çıkınca ilk gittiğimiz yer Römer meydanı oldu. Römer meydanı Frankfurt belediyesinin de bulunduğu meydan.

 
Burada bir bar var ki; 1470 yılından kaldığı iddia ediliyor. Gidelim, dedik Sezcan ile, bir bakalım. İçindeki amca da sanırım o yıllardan kalma idi vazgeçtik.
Römer meydanında aşağı doğru gittiğimizde (aşağı doğru diyorum ama şehir dümdüz, Türkiye'de deniz hep aşağı güzergahtadır ya o mantık) nehir kıyısına çıktık. Frankfurt Main nehri kıyısına kurulmuş bir şehir.
 
Buraya ilişkin özellikle nehir kenarı görsellerini sonraki yazılarımda paylaşacağım. Şimdi bir kaç kare görüntü ile yetiniyorum.


Sonraki yazımın konusu Frankfurt Tarih Müzesi olacak.
 
Bu arada airbnb üzerinden Schweizer Strasse'den ev tuttum. Kesinlikle otelden daha uygun fiyata ve daha konforlu. Merkezi bir yerde uygun fiyata otel bulunamıyorsa airbnb güzel bir seçenek olacaktır.
 
Hooter'da buğday birasını denedim. Türkiye'de Gusta içmiştim ve beğenmemiştim. Burada ise heftenweisen diye geçiyor ve resmen buğdayın tadını aldım biradan. Oldukça beğendim. Diğer biralar ve içecekler ilerleyen Frankfurt yazılarında olacak. Zaten çok gezme imkanım olmadığı için sanırım çok fazla yazma imkanım da olmayacak.

Hiç yorum yok: